Osmanlı Devleti’nde Askeri Sınıf
OSMANLI DEVLETİ’NDE YÖNETENLER SINIFI (ASKERİ SINIF)
Bu yazımızda Osmanlı Devleti’nde Askeri Sınıf konusunu aktaracağız. Osmanlı Devleti’nde toplum, sosyal hayatın sağlıklı bir biçimde sürdürülebilmesi için iki büyük sınıfa ayrılmıştır. Bunlardan birincisi saltanat beratı ile padişahın dinî ya da idari yetki tanıdığı kişilerden oluşan yönetenler yani askerî sınıftır. Diğeri ise, idareye katılmayan muhtelif din ve soylara mensup zümrelerden oluşan yönetilenler yani reayadır. Reayanın görevi, üretim yapmak ve vergi vermek suretiyle askerî sınıfı desteklemektir. Padişah başta olmak üzere askerî sınıfın görevi ise Osmanlı hukukunu uygulayarak ülkede adaletin hüküm sürmesini ve halkın refahını sağlamaktır. Osmanlı toplumunda yönetenler sınıfı kendi arasında seyfiye, kalemiye ve ilmiye olmak üzere üç sınıfa ayrılırdı.
OSMANLI DEVLETİ’NDE YÖNETENLER SINIFI (ASKERî SINIF)
[table id=18 /]
Yönetenler sınıfının birlikteliği Osmanlı devlet sisteminin temelini oluştururdu. Bu birlikteliğe dayanan yapı içinde görev ve yetkileri kanunnameler ile ortaya konan ümera, ulema ve kalem erbabı merkez ve taşra teşkilatının işlemesinde katkı sağlamıştır. Örneğin Osmanlı Devleti’nde taşra teşkilatının çekirdeğini, merkezden atanan bir kadı ile güvenlik ve adaletten sorumlu bir subaşı oluşturmuştur. Taşra idarecilerinin çoğu merkez tarafından atanmıştır. Sadaret kethüdası tarafından tayin listesi yapılmış ve sadrazam tarafından atamalar gerçekleştirilmiştir.
Osmanlıda İlim ve İlmiye Sınıfı
Osmanlı Devleti, askerî ve idari konularda olduğu gibi ilmî alanda da sağlam ve tutarlı bir yol takip etmiştir. Osman Bey’den itibaren fethedilen bölgelere kadı tayin edilerek buralarda adaletin zamanında teminine çalışılmıştır. Ayrıca Orhan Bey, medrese kurarak ilim adamlarının yetişmesi ve ilmin yaygınlaşmasını sağlamıştır. Böylece yargı ve eğitim gibi toplumun iki önemli ihtiyacının düzenli bir şekilde karşılanmasına zemin hazırlanmıştır. Bunun yanında Kuruluş Dönemi’nden itibaren ulemanın bilgi ve tecrübesinden de geniş ölçüde faydalanılmıştır. Vezirlik, defterdarlık gibi önemli görevlere tayin edilen ulemadan, bu yolla devlet müesseselerinin kurumsallaşmasında da yararlanılmıştır.
Osmanlı Devleti’nde bilinen ilk medrese Orhan Gazi tarafından 1331’de İznik’te yaptırılmıştır. Bu medreseye atanan ilk müderris Türk âlim ve mütefekkir Davud-i Kayseri’dir. Fatih Sultan Mehmet Dönemi’ne kadar Bursa’da yirmi beş, Edirne’de on üç ve İznik’te dört olmak üzere toplam kırk iki medrese kurulmuştur. Aynı dönemde daha küçük şehirlerde ise kırk medrese bulunmaktadır. Bu kadar medrese bulunması, eğitim ve bilim ortamının Osmanlılarda çok hızlı bir şekilde geliştiğini göstermektedir.
Osmanlılarda ilmiye sınıfının başlıca üç görevi vardır:
- Eğitim-öğretimin sürdürülmesi (Görsel),
- İdari ve adli hizmetlerin görülmesi
- Sosyal, idari ve askerî konularda dinî görüşün açıklanmasıdır.
Bu görevleri sırasıyla müderris, kadı ve müftü gibi kişiler gerçekleştirmiştir. İlmiye sınıfı içerisinde eğitim ve öğretim görevini üstlenen ulema, derecelerine uygun medreselerde müderrislik yapmış ve mesleki başarı gösterenler ülkenin önemli medreselerine atanmıştır.
Müderris Olmak
Müderris, medresede ders veren demektir. Bugünkü üniversite profesörleri ile kıyaslanabilir. İslam dünyasında genel olarak ilim tahsilinde kitaplardan çok müderrise önem verilirdi. İlim tahsil etmek isteyenler, her şeyden evvel iyi bir müderrise talebe olmayı tercih ederdi. Medreselerde eğitim gören öğrencilere genel olarak talebe denilmekteydi. Ayrıca bu öğrenciler için danişmend, suhte gibi isimler de kullanılmıştır. Müderris olmak isteyen talebeler önce bir müderrisin yanında yardımcı olarak görev yapar ve müderrisin dersini tekrar ederek diğer talebelerin disiplini ile meşgul olurdu. Daha sonra icazetname alarak medreseyi bitiren müderris adayları, isimlerini Anadolu ve Rumeli kazaskerlik dairelerinde bulunan ruzname adlı defterlere kaydettirir ve müderrislik için sıraya girerlerdi. Bu bekleme süresine mülazemet adı verilirdi.
İlk dönemlerde belli bir süre olmadan mülazemete geçilirdi. Ebu’s-Suud Efendi’den sonra ise bu süre yedi yıl olarak belirlenmiştir. Ruznamede yazılı olmayan ve belli bir süre mülazemet etmeyen kişilerin müderris olmaları mümkün değildi. Mülazemetini tamamlayan müderris, ilk olarak yirmi akçe ödenen bir medreseye tayin edilirdi. Daha sonra beşer akçe terakki ile üst derecedeki medreselere doğru yükselirdi. Müderris günlük otuz, kırk ve elli akçe ödenen medreselere doğru ilerleyebilirdi. Daha sonra Sahn-ı Seman ve Sahn-ı Süleymaniye gibi altmış akçe yevmiyeli medreselere kadar terfi edebilirdi.
Osmanlı Devleti’nde medreseyi bitirenlerden kadılığı isteyenler, mülazemetten sonra bir kasaba kadısı olabilirdi. İlmiye sınıfından olan kadı, idare ve yargı görevini yerine getirirdi. Padişah tarafından atanan kadılar, atandığı yerde padişah adına adaleti tesis ederdi. Osmanlı devlet teşkilatında kadıların adli görevi yanında idari, beledi, askerî, mali ve noterlik alanlarında da görev ve yetkileri bulunmaktaydı. Vakıfların denetçisi de olan kadılar; asayiş kuvvetlerinin, belediye hizmetlilerinin ve zabıta görevlilerinin de amiriydi. Ayrıca kadılar evlenme, boşanma, veraset meselelerinde; merkezden gelen emirlerin tasdiki ve mahkeme kayıtlarının tutulmasında, her türlü akdin kaydedilmesinde, divanın emirlerinin halka bildirilmesinde ve sefer esnasında idaresinde bulunduğu yerde ordunun ihtiyaçlarının görülmesinde sorumlu ve yetkiliydi.
Kadı tayini, ilk defa Osman Gazi tarafından yapılmıştır. Osman Gazi bu göreve, kayınpederi Şeyh Edebali’nin talebesi Dursun Fakih’i uygun görmüş ve Karacahisar’a kadı olarak atamıştır.
Müftüler ve şeyhülislamlar toplumun inanç ve ibadetleriyle ilgili sorunların çözülmesi ve devlette şeriatın uygulanmasından sorumludur. Müftüler, belirli davalarda kadıların veya özel kişilerin sorularına dair İslami kaynaklara dayanarak fetvalar hazırlamıştır.
Şeyhülislam
Kanuni Dönemi’nde müftüler de kadılar gibi teşkilatlandırılmış ve şeyhülislamlık makamı ortaya çıkmıştır. İstanbul müftüsü, Osmanlı Devleti’nin başmüftüsü yani şeyhülislamı olmuştur. Şeyhülislam (Görsel), dinî hükümleri yorumlamada en yetkili kişidir. Mütevazı bir makam olarak ortaya çıkan şeyhülislamlık kurumu, XVI. yüzyılda Zenbilli Ali Efendi, İbn-i Kemal ve Ebu’s-Suud Efendi dönemlerinde daha fazla önem kazanmış ve ilmiye teşkilatının en yüksek makamı hâline gelmiştir. Ebu’s-Suud Efendiʼden itibaren Rumeli kazaskerliği yapanlar şeyhülislamlık makamına atanmıştır.
Şeyhülislamlar, dinî konular dışında zamanla örf, âdet ve geleneklerle ilgili hususlarda da fikir beyan etmeye başlamıştır. Hatta kiliselerdeki seçim ihtilaflarını halletme konusunda bile fetvalar vermişlerdir. Bununla birlikte mühim devlet işlerinde de şeyhülislamın fikir ve düşüncelerinden istifade edilmiştir. Savaş ilanında, barış yapılmasında, ıslahatların uygulanmasında bile şeyhülislamdan fetva alınmıştır.
Osmanlı sultanları, merkezî otoriteyi güçlendirmek için idari işlerde sarayda eğitim görmüş kişilere görev vermiştir. Ayrıca ulemayı da kendi hizmetine alarak devlet teşkilatlanmasını sağlam temellere oturtmuştur. Hem şeriatı hem de doğrudan doğruya sultan tarafından çıkarılan kanunları ve nizamları uygulayan kadıya, bir yöneticinin emir verme yetkisi yoktur. Diğer taraftan, şeriatla ilgili konular üzerinde fetva veren şeyhülislamın, devlet işlerine müdahale etme hakkı yoktur. Sadece devlet işlerinin dine uygunluğu konusunda görüşü alınmıştır.
Osmanlı Devleti’nde idare ile ulema arasındaki ilişkiler, her dönemde önemini korumuştur. Bu durum özellikle müderris atamalarına yansımıştır. İlmiye teşkilatı hiyerarşik bir yapıya sahip olsa da son karar mercii padişahtır. Padişahlar, ilmiye sınıfına ayrıca özen göstermiştir. Örneğin Fatih Sultan Mehmet, Rumeli’den İstanbul’a dönerken rastladığı Kazasker Manisazâde’ye Arapça bir beyit sormuş, Manisazâde’nin düşünmek için süre istemesi üzerine âlimi kazaskerlikten azletmiş ve Sahn-ı Seman Medreselerinden birine eğitim için göndermiştir.
Medreseler ve Tekkeler
Osmanlı Devleti’nde medreseler, İslami ilimleri üst düzeyde öğreterek insanların yararına sunmayı amaçlamıştır. Medreselerde tefsir, hadis, kelam ve fıkıh gibi temel İslami ilimlerin yanında matematik, astronomi, fizik, mantık ve felsefe gibi akli ilimler de okutulmuştur.
Osmanlı müderrisleri akli ilimlerden özellikle mantık ve matematiğe önem vermiştir. Osmanlılarda iyi kadı olmanın yolu matematik ve astronomi gibi bilimleri de bilmekten geçmiştir. Medreseler; Osmanlı Devleti’nde âlimlerin yetiştirildiği, bilginin üretildiği yerdir. Orhan Bey’den itibaren diğer padişahlar da Bursa ve Edirne’de çeşitli medreseler yaptırmıştır. Medreseler, müderrislerinin yevmiyelerine göre 20’li, 40’lı, 60’lı medreseler şeklinde derecelendirilmiştir. Medresenin derecesi yükseldikçe müderrisin geliri de artış göstermiştir.
En yüksek dereceli medrese Fatih’in yaptırdığı Sahn-ı Seman Medreseleriydi. Daha sonra Kanuni Sultan Süleyman, Sahn-ı Seman Medreseleri ile aynı dereceye sahip Süleymaniye Medreselerini yaptırmıştır. Fatih ve Kanuni Dönemi’nde medreseler geliştirilerek alt bölümler oluşturulmuş ve hadis araştırmaları için Darülhadis, tıp eğitimi için Darüttıp, Kur’an’ın okunması ve ezberlenmesi için Darülkurra gibi ihtisas medreseleri kurulmuştur.
Sahn-ı Seman Medreselerinde, Fatih Camisi’nin etrafında sekiz yüksek medrese bulunmaktaydı. Bu medreselerin arkasında “Tetimme” adıyla bilinen sekiz küçük medreseden oluşmaktaydı. Fatih Camisi’nin etrafındaki bu on altı medresenin yanında bir de Sıbyan Mektebi kurulmuştur. Medreseler, talebelerin eğitim ve öğretimi yanında yeme-içme ve barınma ihtiyaçlarının da karşılandığı, vakıflar tarafından desteklenen yatılı bir okul şeklinde hizmet vermiştir.
Osmanlı Devleti’nde cami ve kütüphanelerde de medrese eğitimine benzer bir eğitim verilmiştir. Medrese eğitiminden farklı olarak daha çok halkın din eğitimini ve mensuplarının nefs terbiyesini esas alan tekke ve zaviyeler, eğitim ve bilgi üretiminin yapıldığı diğer kurumlardır. Osmanlı sultanları tasavvuf mensuplarına karşı oldukça müsamahakâr davranmıştır. Öyle ki tekkedeki derviş ve arifler, ilmiye sınıfından kabul edilmiştir. Ayrıca bu kişilere yevmiye ödenmiştir. Devletin tekke ve zaviyelere olumlu yaklaşımı tek taraflı olmamıştır. Dervişler ve arifler de nüfuzlarını devletin ilerlemesi yönünde kullanmıştır.
Medreselerde Eğitim Nasıldı?
Osmanlı medreselerinin en büyüklerinde bile talebe sayısı 20’ye ulaşmazdı. Eğitim faaliyetleri seviyeye göre yürütülür ve kitap geçme esas alınırdı. Öğretim süresi öğrencinin ders ve imtihanları verme durumuna bağlıydı. Bugünkü gibi sınıf geçmeye göre düzenlenmemişti. Dersler sık sık tekrarlanır ve karşılıklı münakaşalarla işlenir, yöntemin esası ezberciliğe dayanırdı. Belirtilen dersleri alan ve sınavları başarı ile veren öğrencilere icazetname denilen diploma verilirdi.
Fatih, ilmiye sınıfında hem teşkilat ve eğitim hem de anlayış açısından önemli değişiklikler yapmıştır. Bu dönemde müspet ilimler ve felsefi yaklaşımlar ön plana çıkmıştır. Birçok Latince eser Türkçe’ye çevrilmiştir. Özellikle tıp, matematik ve astronomi alanlarında yeni eserler yazılmıştır. Dinî ve felsefi konulara ilgi duyan Fatih, ulema ile yakın ilişkiler kurmuştur. Birçok ilmî konunun tartışılmasını teşvik etmiştir. Bunun sonucu olarak Türk dünyasının önemli bilim insanları ya da onların yetiştirdiği kişilerden Akşemseddin ve Ali Kuşçu gibi alimler Fatih’in yanında yer almıştır.
Osmanlı Devleti’nde Askeri Sınıf konusunu ayrıntılı olarak aktardık. Gelecek yazılarımızda görüşmek dileğiyle iyi çalışmalar.